İnsan ilişkileri sanayileşme ve kitle iletişim araçlarıyla öyle baş döndürücü hale gelmiş ki ilişkileri takip etmek, sağlıklı olmasını sağlamak ve kontrol altında tutmak imkansız hale gelmiştir. Ailesel akrabalık ilişkiler, iş ortamı ve komşuluk ilişkileri birbirine girmiş bağlar, içinden çıkılamaz hale gelmiştir. Büyükşehirlerimizde ilişkileri kısıtlayan zaman azlığı, ekonomik ilişkilerin yarattığı stres, yetişemediğimiz akraba ziyaretleri hatta akşam eve döndüğümüzde yorgunluktan ya da duygusal yoğunluktan ihmal ettiğimiz eşimiz ve çocuklarımız…
İlişkilerimizin ekonomik boyutu bazen önlemez şekilde parlar yükselir. Çok para kazanmak, tanınmak, toplumsal statülerin rağbet görür hale gelmesi; şirketler, holdingler, büyük ortaklıklar… Hepsi baş döndürücü. Ancak bu ekonomik ilişkilerin hepsi pek hoş sonuçlanmaz. İflaslar, maddi kayıplar, değişen roller ve daha pek çok istenmeyen durum.
Para bazen ilişkilerimizin şeklini oldukça değiştirir. KIRK YILLIK DOSTLUKLAR ÜÇ KURUŞA HARCANIR. Öyle ki hayatta olmaz dediğiniz şeyler birden oluverir. Ve siz çok güvendiğiniz, tereddüt etmeden malınızı emanet ettiğiniz insanların, sizin malınızın ortağı gibi davrandığını görünce şaşkın ördek gibi ortada kalıverirsiniz. Hatta sizi böyle şaşırtan mevzu bahsi meta bazen ne sizi fakir edecek kadardır ne karşınızdakini zengin. Ortada kaybolan insanlıktır aslında.
Büyüklerim anlatır: Bir Cuma günü köyün ağası Cuma Namazı için her zaman olduğu gibi atıyla kasabaya inmektedir. Köyden biraz uzaklaşınca yol kenarında dalları kurumuş bir meşe ağacının altında bir dilenciyle karşılaşır. İri cüsseli, sıksa taşın suyunu çıkarır dedikleri cinsten bir adamdır dilenci. Dilenci ağadan yardım talep eder. Ağa cepkeninden çıkardığı cüzdanından bir miktar parayı dilencinin avucuna bırakıverir. Ağa atını dehlemişken yoluna devam etmek için dilenci seslenir:
Ağam! Aziz mübarek gün! Beni de götür, ben de Cuma’ya yetişeyim.
Ağa, atın ikisini birden zor taşıyacağını bildiği halde mübarek gün hürmetine:
‘Haydi gel’ der ve atın arkasına binmesi için yardım eder.
İki yolcu söğüt ağaçlarının serinlettiği bir dere kıyısında ilerlerken dilenci birden ağayı attan iterek dere kenarındaki çalıların içine fırlatır. O da iner ve ağayı yerden aldığı bir değnek yardımıyla bir güzel döver. Sonra da ağanın atına atladığı gibi oradan uzaklaşır. Ağa dilencinin peşinden seslenir:
Verdiğim paraya yanmam, yediğim dayağa da yanmam, çaldığın atıma da yanmam amma İNSANLIĞI ÖLDÜRDÜN İŞTE ONA YANARIM.