Hikaye, 1927’deki komünist ayaklanmanın arifesinde Çin’in Şangay kentinde başlar. Ulusal bir terörist olan Ch’en Ta Erh, uyumakta olan bir askeri öldürme görevine yönelik içsel bir çatışma yaşar. Ch’en, daha sonra askeri bir hançerle öldürür ve Çin Komünist Partisi’ne (ÇKP) silah teslimatını garanti eden bir sevkiyat belgesini ele geçirir. Şangay’ı ele geçirmek için Çan Kay Şek ile geçici bir ittifak kurmuş olan Rus komünistler (Kızıllar), hükümet kuvvetlerine karşı koymak ve şehri ele geçirmek için bu silahlara ihtiyaç duyar.
Ch’en, Belçikalı Hemmelrich adında birine ait olan bir plak dükkanına gider. Ch’en, sevkiyat belgesini devrimin lideri Kyoshi Gisors‘a (Kyo) teslim eder. Ch’en, Kyo ve bir Rus devrimci olan Katow tarafından coşkuyla karşılanır. Kyo ve Katow, fonografik şifrelemelerini iki plağı aynı anda çalarak test eder. İlk plak ikinciyi örterken, anahtar kelimelerin çözülmesi engellenir. İşlerinden memnun kalan Kyo ve Katow, yaklaşan savaş için kışlalara hazırlık turları yaparlar. Hemmelrich ise hasta olan karısı ve çocuklarıyla ilgilenmeyi tercih ederek katılmayı reddeder.
Şangay’a yapılacak planlı saldırıdan birkaç saat önce Kyo ve Katow, yüzlerce taburu ziyaret eder. İsyancılar, demiryollarını yok etmeyi, polis karakollarını ve askeri karakolları basmayı, tüm silahları ele geçirmeyi ve tankları el bombalarıyla durdurmayı içeren öğle saldırısını hedeflerler.
Kyo, Fransız tüccar Baron Clappique‘ten yardım almak için Black Cat gece kulübüne gider. Alkolik ve kumar bağımlısı olan Clappique, bir sahte belge ile bir düşman gemisi olan Shantung’u limandan taşımaya zorlamakla görevlendirilir. Bu, isyancılara stratejik bir avantaj sağlayacaktır. Ancak Clappique, Kyo’yu arayarak Shantung’un yer değiştirdiğini bildirir. Yeni bir saldırı planı yapılırken, tüm karakterler varoluşsal krizlerle yüzleşmeye devam eder.
Roman ilerledikçe, bu dört ana karakterin zihinlerine derinlemesine gireriz ve başarısız bir ayaklanmanın ortasında yaşadıkları psikolojik huzursuzluk ve varoluşsal kaygıya tanık oluruz. Ch’en, bir suikastçı olarak öldürmeye olan saplantısına o kadar kapılır ki, başka bir şey düşünemez hale gelir. Cinayet, zihnini tamamen tüketir ve kendi ölümü üzerindeki kontrolsüzlüğü ile işkence görmeye başlar. Bu içsel karmaşa o kadar büyür ki, yaşamaktansa ölmeyi tercih eder. Sonunda, Çan Kay Şek’e yapılan bir intihar bombası saldırısı sırasında Ch’en öldürülür.
Kyo’nun içsel mücadelesi, her bireyin kendi anlamını bulması gerektiği inancından kaynaklanır. Bu, dışsal etkileri reddetmeyi ve anlamı içsel olarak bulmayı savunan bir tür varoluşçu determinizmdir. Kyo, bu ilkeleri, gücü işçi sınıfının elinde tutmak için çalışırken uygular, KMT’nin eline geçmemesi gerektiğini düşünür. Kyo, kendi içsel çatışmalarıyla yüzleşirken aynı zamanda çalkantılı evliliğiyle de yüzleşmek zorundadır. Kyo’nun karısı May, Şangay’daki tek kadın hemşirelerden biri olup onu güçlü bir konuma getirir. May, başka bir doktorla ilişkiye girdiğinde, Kyo, hem ayaklanmanın sonuçlarıyla hem de evliliğinin zorluklarıyla yüzleşmek zorunda kalır. Sonunda, Kyo karşıt güçler tarafından yakalanır ve kendi kaderini belirleme konusunda güçlü bir kararla, siyanür hapları yutarak intihar eder.
Kyo’nun ölümüne tanık olan Katow da benzer bir adım atar. Devrimcinin Rus İç Savaşı’ndaki ölümle yaşadığı önceki deneyimi ona sahte bir ölümsüzlük hissi vermiştir. Katow, savaşın dehşetine psikolojik olarak karşı koyabileceğini düşünür. Ancak yoldaşlarının teker teker ölüme gönderildiğini gördüğünde, Katow radikal bir harekette bulunur. Yoldaşlarının bir lokomotifin buhar odasında diri diri yakıldığını izlerken, Katow bu kaderden kaçmak için siyanür içmeyi planlar. Ancak, iki Çinli askerin yanarak ölmekten duydukları korkuyu dile getirmeleri üzerine, siyanür haplarını onlara vererek kahramanca bir özveri gösterir. Katow, haince yakılarak ölme kaderini kabul eder.
Clappique, hayatta kalan tek kahramandır. Kyo adına bir silah sevkiyatını teslim ettikten sonra Clappique’e, Kyo’nun 48 saat içinde Şangay’ı terk etmezse öldürüleceği bildirilir. Clappique, Kyo’yu uyarmaya çalışır, ancak kumar tutkusu onu yolda oyalar. Kendisine “ölmeden intihar” dediği bu bağımlılıktan kurtulamayan Clappique, roman boyunca içsel bir mücadele yaşar. Sonunda, Clappique, bir denizci kılığına girerek Şangay’dan cesurca kaçar.
Dört adamın yaşadıkları deneyimler aracılığıyla Malraux, insan durumunun kalbinde yer alan derin köklü bir karamsarlık olarak tanımladığı “Pascalcı yönü” vurgular. Romandaki her bir adamın yaşadığı içsel çatışma, Malraux’ya göre bu evrensel hisle doğrudan ilişkilidir.
Bu çatışmalı kendini belirleme hikayelerine rağmen, roman Şangay’daki başarısız bir komünist devrimle sona erer. İronik olarak, romanın yayımlanmasından 16 yıl sonra, 1949’da, Çin’e hakim olan komünist parti olacaktır.