1 )
Bir zamanlar, küçük ve sevimli bir köyde yaşayan insanlar çok çalışkan ve yardımseverdi. Bu köyde, yaşlı bir çiftçi olan Mehmet Amca vardı. Yıllar önce eşini kaybetmiş, çocukları ise başka şehirlere göç etmişti. Mehmet Amca, küçük bahçesinde yetiştirdiği sebzelerle geçinir ve köydeki herkese neşeli hikayeler anlatan, bilge biri olarak tanınırdı. Ancak yaşlandıkça bahçesindeki işlerin üstesinden gelmekte zorlanmaya başlamıştı.
Bir gün, bahçesindeki ekinleri sulamak için yola çıkarken ayağı kaydı ve yere düştü. Kalkmaya çalıştı ama acıdan hareket edemiyordu. Yakınlarda oynayan küçük çocuklar onu gördü ve hemen köye koşarak yardım çağırdılar. Köylüler, Mehmet Amca’nın zor durumda olduğunu duyunca hiç vakit kaybetmeden toplandılar.
Köydeki gençlerden Ali, hemen Mehmet Amca’yı sırtında taşıdı ve evine götürdü. Köydeki kadınlar ona yiyecekler hazırlarken, köyün doktoru olan Elif Hanım, Mehmet Amca’nın yaralarını kontrol etti. Mehmet Amca bu yardımları gözyaşlarıyla izliyordu. “Siz olmasaydınız, bu halimle ne yapardım?” diye mırıldandı.
Köyün ileri gelenlerinden biri, “Bizler bu köyde birbirimize sırt dönersek, hiçbir şeyimiz kalmaz. Yardımlaşma, köyümüzü ayakta tutan en güçlü bağdır,” dedi. Bu söz köylüler arasında bir sessizlik yarattı, çünkü herkes bunun ne kadar doğru olduğunu derinden hissetmişti.
O günden sonra, köydeki insanlar Mehmet Amca’nın bahçesinde birlikte çalışmaya başladılar. Kimi toprağı sürüyor, kimi ekinleri suluyor, kimi de topladığı ürünleri Mehmet Amca’ya getiriyordu. Herkesin bir görevi vardı. Mehmet Amca’nın bahçesi, köyün yardımlaşma ruhunun sembolü haline gelmişti.
Mehmet Amca, bahçesinin başında otururken köy halkına bakıp gülümsedi. “Yardımlaşmanın meyvesi, en güzel hasattır,” dedi. Köylüler o günden sonra her zorlukta birbirine yardım etmeyi bir gelenek haline getirdiler. Yardımlaşma sayesinde köy sadece ayakta kalmakla kalmadı, daha güçlü ve mutlu bir yer haline geldi.
2)
Bir zamanlar, birbirine komşu olan iki çiftçi, Hasan ve Mehmet, büyük bir ovada yaşardı. Her ikisi de tarlalarını ekip biçer, elde ettikleri mahsullerle ailelerini geçindirirdi. Hasan’ın tarlası geniş ve verimliydi, fakat tek başına çalıştığı için işlerini yetiştirmekte zorlanıyordu. Mehmet’in tarlası ise daha küçüktü, fakat ailesiyle birlikte çalıştığı için işlerini kolaylıkla bitiriyordu.
Bir yaz günü, Hasan’ın traktörü bozuldu. Tarladaki ekinler toplanmak üzereydi ve zaman hızla daralıyordu. Eğer mahsulü vaktinde toplayamazsa tüm emeği boşa gidecekti. Hasan, kara kara düşünürken Mehmet tarlasını sürmeyi bitirmiş, dinleniyordu. Hasan çekinerek Mehmet’in kapısını çaldı.
“Mehmet, traktörüm bozuldu. Ekinlerimi toplayamazsam bu yılki hasat boşa gidecek. Bana yardım eder misin?” dedi.
Mehmet bir an bile tereddüt etmeden, “Tabii ki! Birlikte yaparız. Bugün senin tarlanı toplarız, sonra gerekirse benim işlerime bakarız,” dedi.
Mehmet ve ailesi, traktörlerini ve ekipmanlarını alıp Hasan’ın tarlasına koştu. Gün boyu çalıştılar; tarlada ter döktüler, ekinleri büyük bir özveriyle topladılar. Akşam olduğunda, Hasan’ın mahsulleri güvence altına alınmıştı. Hasan, Mehmet’e dönüp minnetle, “Bu kadarını beklemiyordum. Borcumu nasıl öderim?” dedi.
Mehmet gülümseyerek, “Yardımlaşmanın borcu olmaz, Hasan. Bugün senin yanındaydım, yarın sen de benim yanımda olursun. Önemli olan, bir arada kalabilmemiz.”
O günden sonra, her iki çiftçi de işlerini birlikte yapmaya başladılar. İki komşu değil, sanki iki kardeş gibi, her zorlukta birbirlerine destek oldular. Yardımlaşmanın sadece iş değil, dostluk ve güven inşa ettiğini anladılar. Böylece, ovadaki en güçlü hasat, onların dostluğuydu.